*Eğitim mekanik bir süreç değildir. Duyusal yanı vardır. Kalıcı öğrenmeler, bilişsel süreçlerden ziyade duyusal olarak gerçekleştiğinde oluşur.
Çocuk eğitiminde de terbiye etmek denilince ilk akla gelen şey "ceza" olmaktadır. Buna gerekçe olarak da ebeveynler kendi çocukluk dönemlerinde aldıkları cezaları gösterirler. "Biz de anne babamızdan dayak yedik, kötü insanlar mı olduk" gibi söylemlerle ceza ve şiddet meşru bir tarafa çekilmeye çalışılmaktadır. Ceza vermeme konusunda yapılan en büyük itirazlardan birisi de; neden sosyal, hukuki ve dini alanlarda yapılan hatalar karşısında ceza verildiğidir. Buradaki itiraza konu olan gruplar biz yetişkinler oluyoruz. Bir yetişkin hayatın herhangi bir alanında hata yaptığında hemen adli ve idari cezalara muhatap olmaktadır. Biz yetişkinlerin ceza alabilmesindeki kritik nokta "idrak ve ehliyet"tir. İdrak kabiliyeti gelişmiş ve ehil olan bireyler yaptıkları her türlü faaliyetten sorumludurlar. Bu yüzden çocuklarda idrak ve ehliyet becerileri henüz tam olarak gelişmediğinden ne sosyal hayatta ne de dini anlamda yaptıkları kötü olaylardan sorumlu tutulmazlar.
*Çocuk ceza aldıkça olumlu hislerini kaybeder.
Cezanın yol açtığı negatif duygular nelerdir?
Şiddetin en önemli özelliği nesilden nesile aktarılmasıdır. Ceza ve şiddet yoluyla terbiye edilmeye çalışılan çocuk bunu kendisi de bir yöntem olarak öğrenecek ve en kısa sürede, en yakınlarından başlamak üzere bu yöntemi kullanmaya başlayacaktır. Ceza veya şiddetin çocukta meydana getirdiği tahribat fiziksel olmaktan çok, duygularda kendini gösterir. Aynı zamanda ceza çoğu zaman bir başka anormal davranışı tetikler. "Çok dövme arsız olur" sözündeki gibi ceza ile terbiye edilen çocuklarda utanma duygusu zarar görür ve cezaların etkisiyle çocuklar arsızlaşmaya başlarlar. Ceza zamanla vicdan duygusunu köreltir. Bu şekilde büyüyen çocuklar ileride olaylar karşısında umursamaz ve duyarsız hale gelebilirler. Çocuk kendisinden güçlü bir kişi tarafından cezaya mahrum kaldığında kendisini çaresiz hisseder. Bu da kişiliğini silikleştirir. Sürekli cezaya muhatap olan çocukların içlerinde büyüyen bir öfke vardır. Bu öfke kendini ya farklı şekillerde gösterir ya da ergenlikle beraber asi bir çocuğun ortaya çıkmasına neden olur. Cezanın çocuk üzerindeki belki de en kötü sonuçlarından biri nefret duygusunu oluşturmasıdır. Çocuklarda nefret duygusu istenebilecek en son şeydir belkide. Çocuk çoğu zaman bu nefretini ceza gördüğü kişiden çok farklı alanlara ve kişilere yansıtabilir. Cezanın en belirgin sonuçlarından biri de çocuğun korkuyla gelen yalan söyleme davranışıdır. Çocukların ilk yalanları ilk ceza aldıkları zamanla aynı döneme denk gelmektedir. Çocuk zamanla yalan söyleme konusunda da kendini geliştirmeye ve ailesinden birçok şeyi saklamaya başlayacaktır. Bir diğer sorun çocukta oluşacak suçluluk duygusudur. "Ceza alıyorsam suçluyum" düşüncesi çocuğun kişiliğinde negatif bir tesir yaratacak, kendini zamanla değersiz hissetmesine yol açacaktır. Ebeveynlerin çocuğa ceza vermeye başladıktan sonra çaresiz kaldıkları yer ise verilen cezaların zamanla tesirini kaybetmesi ve daha ağır cezalara mecbur kalınmasıdır. Çocuk gün geçtikçe büyüdüğünde "Ne yaparsanız yapın artık korkmuyorum sizden!" deme noktasına geldiğinde ebeveynlerin elindeki kozlar tükenmiş olacaktır. Ceza sadece ceza yiyene zarar vermez. Ceza verenin de saygınlığını gün be gün azaltır. Çocuk içinde büyüttüğü nefret ve öfkenin tesiri ile anne ve babasına karşı olan olumlu duygularını da kaybetmeye başlar. Ve en önemlisi çocukla ebeveynleri arasındaki "güven" duygusu kaybolur. Aile çocuğuna artık herhangi bir ahlaki değer öğretmeye kalksa da bu çocukta karşılık bulmayacaktır. Çocukluk yıllarında güven duygusunu kaybeden kişilerin benlik yapıları kaygılı olur. Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun temelini oluşturur.
*Olumsuz davranış karşısında çocuğun kişiliği yerine davranış eleştirilirse çocuk da zamanla o davranışla arasına mesafe koyacaktır.
Peki olumsuz davranışlar sergileyen çocuğa nasıl davranılmalıdır?
Olumsuz davranışların ortaya çıkmamasından önce;
- İstendik davranışları büyükler olarak yapıp örnek olmak,
- Sağlıklı bir iletişim dili oluşturmak,
- Beklentileri açıkça ifade etmek,
- Ortamı çocuğa uygun hale getirmek, kendini ifade etmesine olanak sağlamak,
- Çocuğa yol göstermek,
- İstenilen davranış ortaya çıktığında takdir etmek,
- İstenmeyen davranış ortaya çıktığında bunu kişiliğine vurmayıp, davranışının sonuçlarını düşünmesini sağlamak, şahsına değil davranışına dikkat çekmek,
- İstenmeyen davranışının sonuçlarını yaşamasına izin vermek, onun yerine düzeltmemek...
İnsan tabiatı gereği içinden gelen her şeyi yapmaya meyillidir. Çocuklarda bu durum daha fazladır. Burada terbiye etmek ya da disipline etmek deyince akla ceza vermek, sert davranmak gelmemelidir. İlk olarak ebeveynler tutarlı ve kararlı bir şekilde kuralları belirleyip uygulamalıdır. Sınırlar çocuğun anlayacağı şekilde çizilmelidir. Kurallar belli olmasına rağmen olumsuz davranışlar devam ediyorsa çözüm odaklı bir anlayış sergilenmelidir. Olumsuz davranışın altında yatan sorun bulunup çözülmeye çalışılmalıdır. Sözgelimi ödevlerini yapmak istemeyen bir çocuğun ödev yapmamasının altında bilgi ve beceri eksikliği olabilir. Çocuklar her şeye rağmen olumsuz davranışlarına devam ediyorlarsa sonuçlarını yaşamalarına izin verilmelidir. Bir başka deyişle çocuk ısrarla devam ettiği olumsuz davranışlarının ortaya çıkardığı sonuçlara katlanmalıdır.
Her insan doğumuyla beraber vicdan duygusuyla doğar. Vicdan duygusu çocuğun ileriki yaşlarında kendisini hissettirecek ve bu yönde beslenmesini sağlamak gerekir. Çocuğu ceza yerine bu vicdan duygusuyla terbiye etmek ebeveynlerin çocuk üzerindeki tesirini de artıracaktır. Çocuktaki vicdan sesini güçlendirmek için aile ortamında koşulsuz sevgi ve güven ortamı oluşturulmalıdır. "Ceza-olumsuz davranış-daha çok ceza" kısır döngüsüne girilirse oradan çıkış yolu bulmak zor olacaktır. Bunun yerine kararlı ve tutarlı ebeveynler, sınırları belli kurallar ve sevgi ve güvene dayalı bir aile iklimi oluşturulduğunda ceza vermeyi gerektirecek davranışlar ortaya çıkmayacaktır.
0 Yorumlar